Uzaktan Mimar

Deniz Karabacak
5 min readSep 16, 2022

Uzun zaman önce doğdum.

O zamandan beri herkesin kendine özgü bir zaman ve alan deneyimi ile yaşadığını biliyorum.

Babam ve ben

Babam dışında hiç kimse bir şeyleri keşfetmeme yardımcı olmadı. Yine de mutsuz bir çocuk değildim. Meraklıydım, ama merakımı giderecek kadar bilgiye erişimim yoktu.

Küçük bir insanken, her gün bir nesne ile konuşurdum. Bazen bir harf, bazen bir ağaç veya bir mutfak dolabı. Dolabın neden kullanışsız olduğunu düşünürdüm. B ve H gibi harflere karizmalarının nerden kaynaklandığını sorardım. Z’nin kalbi kırık mıydı sona kaldığı için, merak ederdim. Yuvarlak merdivenlere çaplarını sorardım, bazı heykellere ise ne demek istediklerini…

Tabi ki çoğu cevap vermezdi.

Şimdi geçmişe dönüp baktığımda, ne yerinde sorular sormuşum gibi geliyor, gururlanıyorum.

Şimdiki anı, geçmiş olmadan farkedemiyoruz. Dünyaya dair sorularım geçmişte kalsa da, geleceğe dair merakım artarak devam ediyor. Geçmiş, geleceğimi belirlemeye devam ediyor.

Aynı sorular, aynı nesnelere sorulsa da farklı anlamlar kazanıyor. Geçmişe takılıp ileriye bakmak olmaz. Onu da yanımızda götürmeli ve gerektiğinde kullanmalıyız. Geleceğin hamuruna geçmişin bir kısmını eklemeliyiz.

Tempus edax rerum (Zaman her şeyi kemirir)

Büyürken günden güne yaptıklarım beynimin bir köşesinde hatıra olarak kazındı. Böylece etrafa zaman zaman anlattığım bir geçmiş hikaye sahibi olmaya başladım.

Büyüdükçe toplumda bir takım kurallar olduğunu ve özellikle yalnızken veya toplumun bir üyesi olarak hareket ederken bunlara uymamız gerektiğini bir şekilde öğrendim.

İçimde güçlü ve kendinden emin bir geçmiş geliştirdiğimi hissettiğimde, ufkun ötesine bakmaya başladım. İnsanlar bir şey için, para için, ün için, şeref için (ne için?), aşk için, mutluluk için, sağlık için, tanımlayamadıkları -hala bulamıyoruz- ezici bir güç için uğraşıyorlardı.

Bu nedenle, kendilerini en azından “mevcut” hissedecekleri bir gelecek inşa etmeye hevesliydiler.

Ben de öyleydim.

İnsan hayatının tüm bu trajik varoluşunda, bir yerde, çok tatmin edici bir geleceğin beni beklediğini ve bunu, geçmiş yaşamımdaki doğru sorular ve meraklarla sağladığımı sanıyordum.

Ama o zaman ömrümün sonuna kadar ne yapardım, oturup bekler miydim?

Bütün tarihin izini sürerseniz, acı, sefalet, kan ve bazen bir halkın yok oluşuna tanık olursunuz. Bunlar sefil işler, ama hala yöneten elitin kafası sadece buna basıyor.

Dünya Savaşları ve her türlü katliamla ilgili tonla hikayemiz var: Hâlâ bazı toplumlar uzun uzun tarihin intikamını alıyor. Açıkçası toprağın kanla beslenmek istediğini düşünmüyorum.

Tarih, yapılmaması gerekenleri gözümüze sokuyor: bunu görmemek için embesil olmak gerek.

Düşünmeye vaktiniz olmayan bazı hareketler ve ruh halleri vardır, yani; düşünmek değil, içgüdüsel davranmak isteriz. Ama iki ulusun savaşma kararı asla içgüdüsel bir eylem olmamalı, bu kararlar içgüdüsel davranan vasat diktatörlere kalmamalı.

Yönetici sınıf, geriye dönüp benzer zorluklarla yüzleşmeli ve insanlara ne yaşatmak istemediğini cesaretle itiraf etmeli.

Ve tek bir parmak hareketiyle koca bir ulusu dünyadan silmenin içgüdüsel gücü, geleceği biraz da olsa öngörmekten uzak olmamalı. Evet bu öngörülere sahip bilişşel yeterlilikte yöneticilerimiz olmalı. Kestiğiniz tırnakları bile emanet etmeyeceğiniz insanları devletlerin başına getirmek insanların sonu olacak.

….

Bir taneden az yarı ömrüm var. Bence yeterli.

Otuz yılı aşkın bir süredir insan kültürünün izini sürüyorum. Gazeteleri okuyorum, haberleri dinliyorum. Dünyevi arkadaşlarımın serveti ve sağlığı hakkında klişe konuşmalara katılıyorum.

Geçmişimden gelen tüm verileri deşifre ettiğimde, etraftaki çocuklara baktığımda, kendi annemin bana olan sevgisini ve şefkatini hatırladığım zamanlar olduğuna şüphe ediyorum.

Kitaplardan ve şiirlerden ‘duyguları okuyabileceğinize’ inanabiliyor musun? Bence olur.

Sevdiğine sevgini ifade ederken bazen Rilke’nin yanınızda olduğunu hissetmiyor musun? Aşk her zaman aynıydı ve ne kadar zaman geçerse geçsin aynı şekilde hissedilecek.

Sevgiyi ifade etme şekli veya iletilme şekli, zamanla ifade ve küstahlıkların değişmesi sonucu değişmiş olabilir. Ama tarih; (diyalektik olarak nefretin kendisiyle birlikte olsa da) bu duygunun emanetçisi olarak, tüm aşk ilişkilerinin hayat boyunca aşılamayacak kadar acı getirdiğini gösterdiği sürece, ruhlarımız heyecanlanmaya devam edecek!

Kapıları kilitli bırakan post modern sohbetlerin ardından büyümüş her homo sapiens gibi eskisi kadar meraklı değilim. Direncim de kırıldı.

Ve kapının diğer tarafında olduğunu var saydığım hayal gücü, soyutlama, bilinmeyen gizem, geleceğin ve gelecek on yılların sonsuz umudu yanılmasından kurtulalı çok oldu.

İnsanların karanlık gecelerde çimenlere oturup yukarıda ilahlarının yaşadığını hayal ederek gökyüzüne baktığı bir zaman vardı. Ay bazı gecelerde çok parlak parlıyordu ve yüzeyinde bazı oymalar vardı. Hayalgücünü ateşleyecek kadar yeterli.

Sonra kaçınılmaz yarınlar geldi. İnsan bir şey hakkında ne kadar çok şey bilirse, o kadar belirsiz hale getiriyor. Gelecek ne kadar tahmin edilirse, o kadar kaotik hale geldi.

Tüm evreni asla bilemeyiz. Bilebilir miyiz? Belki bir gün yaparız. O zaman beğenecek miyiz? Yoksa insanlık için başka sorunlara mı yol açacak?

Çıkmaz, tedavi edeceğimizi bilmediğimiz hastalıklarda başladı.

Bu çağa kaotik bir çağ diyebiliriz…

HAYIR, kaos başarısızlıklardan önce ve sonra ortaya çıkıyor sanırım.

Post-geleneksel dünya, kendisini henüz bilmediğimiz ve asla bilemeyeceğimiz bazı geleceklere taşıyacak. Çünkü biz de payımıza düşeni aldığımızda artık bir gelecek olmayacak. Hayal gücümüz o kadar dolu ve geçmişten toplanan verilerle dolu ki, bakir bir geleceği kolayca yaratamıyoruz.

Belki de geçmişte o kadar çok hayal kurduk ki artık bizi şaşırtacak hiçbir şey kalmadı. İşte bu nedenle, bilinçsizce, gelecek her zaman geçmişe bağlı olacak, çünkü hayal gücümüzün sınırlarının ötesinde tek bir icat veya beklenmedik bir varlık yok. Bir yabancıyı gözlemlemiş olsaydık, onu yalnızca kendi hayal gücümüze sahip yabancılarımızla karşılaştırırdık.

İnsanların ne kadar cahil olduğunu, çocukların ne kadar tembel olduğunu, sokakların ne kadar kirli olduğunu konuştuk ve sonunda standart bir eğitimsizlik fikri ortaya çıktı. Zihnimizin ve hatıralarımızın gözünden sokaklarımıza baktık ve ne kadar düzensiz ve kalabalık olduklarını gördük. Bunun nedeni büyük olasılıkla mobil tarihin çok geç bir döneminde yerleşim birimleri kurmuş olmamız ve o zamanlar durağan bir kültürün ihtiyaçlarını karşılamaya hazır olmamamızdı. Mobil kültüre ilk ‘çadırları’ getiren bizler, altyapılı, köklü şehirlere sahip olmaktan mahrum kaldık.

Şimdiki halimizde ne var? Yoksa tarihin dışına mı çıktık?

Ekolojik dengeleri bozduğumuz sürece kendi doğamızın yıkıcılığından asla kaçamayız. Yeşil çimensiz bir gelecek asla bekleyemeyiz. Tek bir ağaç olmadan asla bir gelecek bekleyemeyiz. Ve geçmişin her rahatsızlığı, yeri doldurulamaz bir şekilde -doğal olarak- gelecek günlere miras kalır.

Derimizdeki her şeye nüfuz eden bir tabaka bizi gerçekten sevmiyor. İnsanın özünde yanlış giden bir şey var.

Bir Yunan adasından (Photo by Cem Kubat)

--

--